Kapı zilinin sesiyle irkilerek uyandı Elif. Yatağından doğrulup kalkana kadar zil ikinci kez çalmaya başlamıştı. Sabah sabah kim bu münasebetsiz diye söylenerek kalkıp açık pencereden kapıya baktı. Gelen annesiydi. Nazife Hanım sabah ziyaretlerini tamamlayıp eve gelmişti demek Düğmeye basıp kapıyı açarken iç kapıyı da sonuna kadar açık bıraktı. Hiç öyle kapıda bekleyecek hali yoktu. Odasına doğru seğirtirken annesinin enerji dolu sesi doldu evin içine.
-Komşuları kahvaltıya çağırdım
kızım, iki saate gelirler. Bana yardım
ette bahçeye hazırlayalım kahvaltı masasını. Asmanın altı çok güzel oldu, tam
zamanı bahçenin, hem ortancalarda açmış, kulakların duyuyorsa eğer kuş
cıvıltıları seni de çağırıyor dışarıya…
Elif çoktan yatağına uzanmıştı,
ama annesinin hiç susacağı yoktu, mutfaktan anlatmaya devam ediyordu.
-Pişi yapalım, taze domates var,
menemende yapalım. Sen bahçeyi bir sulayıver, masayı da sil, servisi hazırla, o arada kahvaltı da hazır olur
zaten…
Bu kadın bu enerjiyi nerden
buluyor diye düşündü. Aslında uykuyu çok severdi annesi ama nasılsa mahallenin
çılgın kadınlar çetesi yürüyüşe gidiyoruz deyince erkenden kalkıp katılıyordu
onlara.
Hatun karınca gibiydi, Elif’in
aksine o kalabalık olmayı seviyordu. Şen sofralar, düğünler, akşam oturmaları,
beraber alışverişe gitmeler, toplu geziler, imece usulü yapılan işler…
Geçenlerde kankalarıyla toplaşıp mahallenin yaşlılarının evini temizlemişlerdi.
Anlatışına baksan hep beraber köpürte köpürte halı yıkamakla psikoloğa gitmek
arasında bir fark yoktu.
Saate baktı
Elif, daha saat 08:00 bile olmamıştı. Bu
saate toplu kahvaltı organizasyonu tam Nazife hanıma göre bir işti. Şen dullar
aşevi gibi olmuştu evleri. Geçen gün işten eve geldiğinde hiç tanımadığı bir
kadın ve küçük oğlunun birkaç gün onlarda kalacağını öğrenmişti mesela. Bu tarz
durumlar artık şaşırtmıyordu onu.
Nazife hanım
yürüyüş yaparken kadının ve çocuğun halinden anlamış gariban olduklarını. Almış
eve getirmiş, çocuğu mahallenin berberine götürmüş. Görsen diyordu, “eli yüzü
açıldı çocuğun, kız zannetmiştik saçları o kadar uzundu, meğer berber görmemiş
aylardır ondan öyleymiş.”
Ben olsam
yabancı insanlar diye yanlarından geçer giderdim diye düşünmüştü Elif. Annesi
öyle değildi, çok kısa sürede herkesle yakınlık kurabilirdi. Hatta mahalle
sağlık ocağındaki tüm doktorlar kankasıydı Nazife hanımın. Çünkü Elif’in tam
aksine çok sık doktora giderdi. Giderken de asla eli boş gitmezdi, sarmalar,
içli köfteler, börekler götürürdü yanında. Doktorlar kapıda karşılıyordu artık
annesini. Oysa Elif’in doktora gitmesi için sedyelik olması gerekirdi.
Düşüncelerinden sıyrılıp doğruldu Elif.
Serin ama
üşütmeyen sabah rüzgârı tülleri havalandırmıştı, kuş sesleri ve hanımeli
kokusuyla dolmuştu içerisi. Hafta sonu yataktan erken çıkmayı sevmiyordu, sabun
kokulu çarşaflar, yumuşacık yastık, aydınlık ama serin odası Elif için kamp
alanı gibiydi. Hafta içi yaşadığı yoğun iş trafiği ve çok sayıda insanla
muhatap olmak yoruyordu Elif’i. Ama şimdi hafiften gelen patates kızartmasının
kokusu uzanmaktan daha cazip gelmişti ona.
Elif için az
ama öz insan çokça huzur demekti, ama annesi öyle miydi? Her gün kabul günü
gibiydi, her tipten insan vardı hayatında annesinin. Mesela Yan komşu Ayşe teyze tam zıttı sessiz
sakin, ağır hareket eden bir kadındı ama annesi onu da kafalamıştı nasıl
olduysa. Arada kahveye diye çağırırdı Ayşe teyzeyi, kadın koltukta oturup
kahvesini yudumlarken annesi haber muhabirleri gibi bir çırpıda olan biteni
anlatırdı kadına. O da kafa sallar yorum yapmadan dinlerdi...
Düşüncelerinden
sıyrılıp bahçeye çıktı Elif, annesi bahçe hortumunu ağaçların dibine
bırakmıştı, su şırıltısına bakılacak olursa çeşme açık bırakılmıştı. Elif
hortumdan akan soğuk suyla yüzünü yıkadı. Ferahlamıştı doğrusu. Suyu çiçeklere
doğru püskürtürken bir yandan da bahçeyi inceledi. Koca dünyanın küçültülmüş
numunesi gibi bir bahçe diye düşündü Elif. Meyve ağaçları çiçekler sarmaşıklar
ve bahçenin bir köşesindeki bostan. Sukulentler ve kaktüs hiç su istemiyordu
neredeyse. Karanfillerle gülleri iki güne bir sulaması gerekiyordu. Ağaçların
dibini gün aşırı sulamak yeterli oluyordu ama bostan her gün sulanmalıydı
Birbirinden farklıydı bitkiler, renkleri kokuları, uzunlukları, çiçekleri, su
ihtiyaçları bambaşkaydı. Budanmış dallarından yeni filizler veren asmaya kaydı
gözleri Elif'in.
Budanmak nasıl
bir şeydi acaba, dalının budağının kesilmesi ama sonra yeniden yeşermek? Çok
zorlandığın bir yokuşu çıkmak gibi olmalıydı. İnsana zor gelen, yapmakta
zorlandığı bir davranışı geliştirmeye çalışmak olabilir miydi budanmak.
Mesela Elif
için bir toplulukla bir şeyler yapmak çok zordu. Bir işi tek başına kotarmak
daha kolay geliyordu ona. O yüzden grup çalışmalarında uyumsuz olmakla, çıkıntılık
yapmakla suçlanırdı hep. Bu yanını törpülese budanmış olur muydu acaba?
Planladığı
işlerin bozulması karşısında da çaresiz kalırdı mesela. Krizler ona göre
değildi, kriz karşısında çözüm üretme becerisine sahip olan annesiydi.
Nasıl
yapıyorsun diye sormuştu annesine bir gün. Nasıl hemen yeni duruma uyumlanabiliyorsun?
-Huyum kurusun
demişti Nazife Hanım, çocukluğumdan beri böyleyim ben. Komandoların araziye
uyumlanması gibi benimkisi. Yeni durumlara uyumlanabiliyorum zor gelmiyor bu
bana.
Peki, sana zor gelen şeyler yok mu diye
sormuştu Elif?
-“Olmaz olur mu
kuzum, kimseye hayır diyemezdin ben eskiden” demişti Nazife hanım. “Ama sonra
zorlana zorlana bana faydası olmayan tekliflere hayır demeyi öğrendim. Hayatımda
öncelik sırası oluşturup ona göre cevap vermeye başladım zaman geçtikçe de
ustalaştım bu yeni halde”
Elif bir
yandan çocuk gibi suyla oynayıp bir yandan düşünürken annesi karışık kızartma
tabağıyla çıka gelmişti bahçe masasına. Patatesler, patlıcanlar, biberler,
üzerlerine dökülmüş domates sosuyla muhteşem görünüyor ve mis gibi kokuyordu. Tek
başına bir patates kızartmasından çok daha lezzetli bir tabak olmuştu bu.
Acaba dedi
Elif ben de bir işi arkadaşlarımla birlikte yapabildiğimde bu tabak gibi mi
olacağım. Ona çok zor gelen kolektif çalışma fikri karışık kızartma tabağına
bakarken değişmek üzereydi.
İnsan doğuştan
getirdiği özellikleriyle hayatta ne kadar ilerleyebilirdi ki zaten?
İlerleyebilmenin
yolu zorlandığımız yerlerde saklı olabilir miydi?
İnsan kendisinde
olmayan iyi bir özelliği kendisine ekleyebildiğinde tıpkı budandığı yerden filizlenen
asma fidanı gibi daha güçlü olur muydu gerçekten?
Her insan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister.
Yorumlar
Yorum Gönder