İnsan doğasında bir şeyleri kolayca elde etme isteği vardır. Emek harcamadan, bedel ödemeden, isteklerine hızlıca ulaşmak ister. Hayata baktığımızda ise bunun tam zıttını görürüz. Bir isteğin gerçekleşmesi için emek harcanması gerekir ve bu zaman alır. Bir bardak su isteği için bile kalkıp sürahiden doldurmak gerekir. Bir tohum toprağa ekildiği an yeşermez. Yetişip meyve verebilmesi için zaman, emek, çaba gerekir. Bir yemek istediğimiz an hop diye önümüze gelmez zaman ve emek ister. Hazır yemeğin bile bir servise, ücretinin ödenmesine ihtiyaç vardır, siparişin gelmesi için bile bekleriz.
Bazı
dönemlerde ise isteklerimiz için
harcanan emek ve geçen zaman daha
fazla olur. Yüksek performans gerektiren zamanlardır
bunlar. O zaman diliminde hem daha
fazla emek harcarız hem de daha çok olumsuz sonuçla karşılaşırız. Mesela işe
ilk başladığımız dönemlerde çok hata yaparız yeri gelir gece yarılarına kadar
çalışırız ama patron bizi değil yanında staj yaptığımız personeli tebrik eder.
Ya
da okuma yazmayı yeni öğrenen bir çocuk bu süreçte çok zorlanır. İnsanın okul
hayatı boyunca en çok zorlandığı zaman
dilimi burasıdır. Okuması hatalarla doludur, ona rağmen heceleyerek okur. Yine
de öğretmeni hatalı yerlerde onu durdurup uyarır. Çok çalışıp az karşılık
aldığı, ödevlerini yazıp yazıp sildiği bir dönemdir ilk yıllar.
Evlenme
niyetiyle yola çıkan birinin karşısındaki kişiyi tanımaya çalışırken onunla
ilgili düşünmesi, soracağı soruları planlaması, beklentilerini, isteklerini iletmesi karşısındakinin
anlamaya çalışması tüm bunlara kafa yorması baskılı bir süreçtir.
Bebeğin
yeni doğduğu zamanlarda annesinin
tüm ilgisini ona vermesi, onunla yatıp onunla kalkması, uykusuz kalması, yorgun
görünmesi, kendisine bakamaması, ağır uykusu olan bir annenin bile bebeğin
nefes alış verişine uyanıyor olması bir anne için yorucu bir süreçtir. Buna
rağmen kendini yetersiz hisseder ve çevreden olumsuz yorumlar gelir. Anneliğini
sorguladığı bir dönemdir burası.
Araba
kullanmayı öğrenirken ilk zamanlar
sırtımızdan ter aktığını hissederiz. Bu süreçte tüm arabalar
üzerimize geliyor gibidir. Trafikte herkes bizi sıkıştırmaya çalışıyor gibi
hissederiz. Bir elimiz kornada bir elimiz dörtlüde gezeriz. Tüm kurallara uysak
bile çokça hata yaparız, birilerinden sıkça korna selektör yeriz...
Evimizden uzakta gurbete üniversite için gittiğimizde mutfakla tanışmamız pek de keyifli olmayabilir:) İnternetten tarifler bakarız bir türlü videodaki yemeği tutturamayız. Annemize sorarız ama onun yemeği gibi olmaz. Lezzetli yemek yapabilmek için uzun uğraşlar gerekir. Tencerenin dibi tutar, yemek taşar, pilav lapa olur, tatlının şerbeti az olur.
Buralarda
insan “O kadar emek harcıyorum yine
de olmuyor.” diye düşünür ve yanılgıya düşer. Hayat insanın samimiyetini sınamak ister. Sen bu işte samimi misin diye
sorar... İnsan şunu unutmamalıdır hayat insana
borçlu kalmaz. Orada harcadığı emeklerin karşılığı eğer kişi işe devam ederse
ilerleyen zamanlarda gelecektir.
Güzel
yemekler yapan, özendiğimiz o kişinin başlangıç hikâyesini hiç dinledik mi
mesela? Hiç mi tencere yakmadı? Hiç mi tuzu eksik ya da fazla koymadı...
Gıpta
ettiğimiz insanlarla aramızdaki fark
hedeflerinden vazgeçmemiş olmaları olabilir mi?
Peki,
biz koyduğumuz hedeflerde ne kadar samimiyiz? O hedefi istiyoruz ama olabilmesi
için yeterli çabayı sergiliyor muyuz?
Oturup her şeyi en başından bir daha düşünelim mi?
Hedef ile hevesi karıştırıyoruz ya, aslında sabırsızlığımız da ordan geliyor
YanıtlaSilGüzel bir yazı olmuş
Kaleminize sağlık