
İKİ YÜZ
Bir
şehir vardı, taş sokaklarında umut ile çaresizliğin yan yana yürüdüğü; gri
binalarında binlerce hikâyenin biriktiği bir şehir. O şehrin iki sakiniydi:
Kerem ve Yusuf. İnsanların farkına varmadığı, adlarını bile duymadığı ama
öyküleriyle tümüne ibret olan. Kimse bilmese de bilen vardı.
Kerem
ve Yusuf, aynı lisenin aynı sıralarında oturmuş, aynı kantinden simit almış,
aynı hayallerle büyümüş iki arkadaştı. İkisi de mühendis olmayı, ailelerini
gururlandırmayı, bir gün büyük şehirlerde iz bırakmayı düşlerdi.
Fakat
hayat, hayallere her zaman misafirperver değildir.
Üniversite
yıllarında, Yusuf’un babası bir kalp kriziyle hayatını kaybetti. Evde annesi,
iki küçük kardeşi kaldı. Yusuf, okul ve iş arasında gidip gelirken
uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönüyordu. Vardiyalı bir iş bulmuştu. Küçük
bir imalathane de bekçilik yapıyordu. Bazen gündüz çalışıyordu, geceleri ders
çalışıyordu. Bazen de gündüzleri okula gidiyor geceleri işe gidiyordu.
Üniversite hayatı uykuya doyamadan geçti. Ama yaşamının en tebessümle andığı
zamanlarıydı.
Kerem
ise, ailesinin desteğiyle daha rahat bir hayat sürüyordu ama içindeki rekabet
duygusu Yusuf’a karşı bir gölge gibi büyüyordu. Çünkü Yusuf, bütün bu
zorluklara rağmen akademik olarak parlıyordu. Bir gün büyük bir firma, sadece
bir öğrenciyi staja alacağını duyurduğunda, ikisi de başvurdu.
Mülakat
günü geldi. Kerem, Yusuf’un özgeçmişini çantasından düşürdüğünü fark etti.
Gözleri Yusuf’un sertifikalarına, gönüllü çalışmalara ve projelerine kaydı. Ve
o anda, içindeki seslerden biri fısıldadı: “Bu senin şansın olabilir. Sadece
biraz gerçeği eğip bükersen…”
Kerem,
mülakatta kendini överken isim vermeden diğer arkadaşları hakkında “kopya
çektiği”, “grup projelerinde başkalarının emeğini kullandığı” gibi şeyler
söyledi. O an kalbi sıkıştı ama aklı, başarıya giden yolda bu bir detaydır
dedi. Firma, Yusuf’u elerken, Kerem’i seçti.
Yusuf,
ne olduğunu anlayamadan kenara itilmişti. Ama kalbinde tek bir kırgınlık vardı,
kimseye bir söz söylemedi. Sadece, "Yön, yön, doğru olan kaybetmez"
diyerek yoluna devam etti.
Aradan
belki beş yıl belki on yıl geçti. Her şeyin geçici olduğu bir yaşamda gerçeğe
sıkı sıkıya bağlı yılların geçişinin ne önemi vardı. Önemli olan seçimlerdi. Ya
iyi bir yaşamın parçası olmaktı, ya da inandığı kötüyü yaşamaktı. Ama buradan
bile çıkış vardı.
Kerem artık büyük bir şirketin yöneticisiydi. Kravatı parlaktı ama içi soluktu. Yalanın üzerine kurduğu kariyeri büyümüş, ama her terfide bir pişmanlık daha eklenmişti. Yusuf ise küçük bir mühendislik firmasında çalışıyor, bazen geçim sıkıntısı çekiyor ama işini tutkuyla yapıyordu.
Dosyası eksiksizdi. Referanslar mükemmeldi. Geliştirdiği yazılımlar, ödüller almıştı. Kerem bir an donakaldı. İşte şimdi pişmanlığını kâğıda dökme zamanıydı. Yusuf’un bu danışmanlık işini alması için kendi işinden vazgeçmeye hazırdı. Umulur ki affedilirdi. Umulur ki Yusuf’a kendisini bağışlaması için yalvarabilirdi.
Yusuf’un kendisini unutacağını sanmıştı. Ama Yusuf, karşısına geldiğinde gözlerinde kin değil, sükûnet vardı.
“Merhaba
Kerem,” dedi, “sana hiç kırılmadım. Çünkü senin seçtiğin yol, senin yükün. Ben
kendi doğrularımla yürümeye devam ettim.”
Kerem’in
boğazı düğümlendi. Yusuf’un talepsiz bağışlaması, ona tokat gibi çarptı. O an
ilk kez terfi değil, vicdan konuştu. Yusuf’un dürüstlüğü karşısında kendi
yalanlarının gölgesinde kaldı. Üzgündü, üzüntüsünü pişmanlığını dile döktü.
Yusuf
teklifi kabul etti. Ama sadece bir danışman olarak değil. Projeyi birlikte
yürüttüler. Kerem, yıllar sonra ilk kez bir projede emeğiyle var oldu.
Yusuf’tan öğrenmeyi, yeniden inşa etmeyi kabul etti.
Ve bir gece Kerem, günlüklerine şunu yazdı:
“Yalan
seni zirveye taşıyabilir, ama o zirveye çıktığında etrafında sadece boşluk
olur. Oysa doğru, yavaş çıkar ama seni taşıdığı yer sağlamdır. Yusuf’un bana
verdiği ders, yıllar süren bir aydınlanma oldu. Gerçek başarının, başkalarının
sırtına basarak değil, kendi vicdanının üzerine basarak yükseldiğini öğrendim.”
Hayat,
herkese seçim anları sunar. Zorluklar insanın karakterini değil, karakterin
kalitesini ortaya çıkarır. Kimi yalanı seçer, geçici bir zafer kazanır. Kimi
doğruda ısrar eder, geçici kayıplar yaşar. Ama zaman sonunda gerçeği ortaya
çıkarır.
Vicdanla
atılan her adım, zamanla bir zaferin tohumu olur.
&
O geçici zaferler insanın en büyük yanılgısı aslında. Kıymetli olan İnsanın toplamda nasıl kazanacağını biliyor olması.
YanıtlaSilZaman gercekten yanadır. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilSeçimlerimizin kalitesi hayat kalitemizi belirler; anda değil toplamda
YanıtlaSilNe güzel bir öyküyle anlatılmış
Kaleminize sağlık
İnsan anın içindeyken farkına varmıyor hırslarına yenik düşebiliyor, herşeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığı olaylara değil hedefe ve amaca odaklanmak gerektiğini fark ettiğimiz güzel bir yazı olmuş… Kaleminize sağlık…
YanıtlaSilçok güzel bir yazı olmuş emklerinize sağlık. bir seçim sadece bir seçim değildir. geçmişini design eden bir adımdır. insan anda yaptığı seçimi önemsiz görür fakat tüm hayatının yönünü değiştiren bir karardır. fakat insanoğlu çoğu zaman bunu bilmez...
YanıtlaSil