Sedef, oturduğu bilgisayarın başında kahvesini yudumlarken
pencereye doğru kafasını çevirdi. Ne kadar da çok apartman vardı, birçoğu da
gökdelen gibi...
“Çevremde ne kadar da çok insan var...” diye düşünmeye
başladı. Evet çevresi insan kaynıyordu ama bir yandan da hiçbiriyle
tanışmadığını fark etti. Sonra biraz daha düşününce 5 yıldır oturduğu
apartmanda yan komşunun ismini bile bilmediğini, karşı komşusunun çocuklarını
görse tanıyamayacağını fark etti. Bir anlık utandı kendisinden, insan hiç mi
kapısını çalmazdı? Halbuki bırak kapısını çalmayı, aynı asansöre binmemek için
diğer asansörü çağırıyordu. Bunlar da zihninden geçince iyice vicdanı sızladı,
kendini oldukça kötü hissetti.
Sonra sosyal medya hesabına gelen bir yorumla dikkati dağıldı.
“Sizi çok severek takip ediyorum Sedef hanım, hep bize paylaşımlar yapın, iyi
ki varsınız.” Cümleleri okudukça göğsü kabardı, bakışı, oturuşu değişti ve
keyifle yudumladı kahvesini. Az önceki halinden eser kalmamıştı. “Fazla üzerime
gittim galiba kendimin, baksana birçok insana çok iyi geliyorum zaten.” diye
rahatlattı kendini.
Oysa vicdanın sesi canını yaksa da, iyileştirmeye geliyordur
insana… İnsan ise canının yanmasını hiç istemez…
Ve bir şekilde bulur o rahatsız edici sesi susturacak olan emziği…
Bir telefon sesiyle irkildi ve telefonuna baktı, arayan
annesiydi. Sedef telefonda sesi titreyen annesini anlamaya çalışıyordu ancak
annesi ağlamaktan doğru düzgün konuşamıyordu bile. Ne olabilirdi ki bu kadar
ağlayacak? Korkmaya başladı Sedef, yoksa birine bir şey mi olmuştu? Annesini
sakinleştirip neler olduğunu anlamaya çalıştı. Duyduklarından sonra olduğu
yerde sabit kaldı, göz bebekleri büyüdü, ne söyleyeceğini bilememişti Sedef.
Kız kardeşi Buse kendine zarar vermişti. Neyse ki çok gecikmeden hastaneye
gittikleri için durumu iyiydi. Apar topar görmeye gitti ve eve geçtiği için
Sedef de evine döndü.
Bir yandan içi rahatlamıştı ancak şimdi vicdanı tekrar sesini
duyurmayı başarmıştı. “Nasıl ya... öz kardeşim, canım kardeşim bu kadarına
meyledecek ne yaşamıştı ki?” Kendine
serzenişte bulunmaya devam etti, “Kardeşim zor zamanlar yaşıyorken nasıl bunu
fark edemedim.” Oysa sosyal medyada takip ettiği, sevdiği kişilerin gün be gün
ne yaşadıklarını biliyor, bir dertleri olduğunda motive etmeye çalışıyordu.”
Tekrar oturdu bilgisayarının başına omuzları düşük, dalgın ve fark edişlerinin
vermiş olduğu pişmanlık ile… Aynı pencereye bakarak söylendi kendi kendine “Hiç
tanımadığım insanlara verdiğimin onda birini kardeşime vermemişim.”
“Peki ama nasıl bu hale geldim? Neden kendimi şu ana kadar hep
çok sosyal gördüm? Nasıl bir illüzyona girdim ki?
İnsan bu hayatta sadece seçim yapar. Ya gerçeği ya da sahteyi
yaşamayı seçer. Sosyalliğini ya sanalda yaşar ya da gerçek hayatta. Ne kadar
uzağındakilerle sosyal olursa o kadar yakınına yerleştirenleri fark edememeye,
algılayamamaya başlar. Bu da sınırlarına sahip çıkamamasıyla ilgilidir.
Sınır, hayatta her şeyde vardır; ülkelerde, şehirlerde,
organlarımızda, hücrelerimizde, bitkilerde... Öyle bir şey ki olduğu yerde
performansı ve kaliteyi artırır. İlişkilerde de algılamayı, ayrıcalığı,
samimiyeti artıran bir kilit noktasıdır adeta. İnsan dış çemberine ne kadar
sınır koyabilirse iç çemberindekilerle arası o kadar iyi olmaya başlar.
Uzaktakini uzakta bırakabildikçe yakınında olana temas edebilmeye başlar.
Komşuları, mahallesindeki insanlar, yakın akrabaları, evin diğer odasındaki
insanlar... Ancak o zaman gerçek ilişkileri kuvvetlenebilir.
Sahtelikteki sosyallik sadece yalnızlaştırır insanı. Çünkü
insan kitlesel olduğu kadar yalnızdır bu hayatta. İnsan uzağındakine sınırlı
olabildiğinde doğru kişilerle kurduğu bağı sağlamlaşmaya başlar. Eşiyle
babasını veya bir iş arkadaşını bir tutmadığında özel hissettirebilir ona
kendisini. Yeni tanıştığı bir insana hitabı fazla samimi olmadığında güvenini
kazanabilir kardeşinin.
İnsan sadece seçimini yapar...
Sen hangi yolu seçiyorsun?
Gerçekte mi yoksa sahtelikte mi sosyallik?
&
Yorumlar
Yorum Gönder