Bunca işin üstesinden nasıl geleceğini bilmiyordu. Tek bildiği, bir sorunla başa çıkmanın birden fazla yolunun olduğuydu. Bu bilgiyi de diğer pek çok şey gibi bir öğretmenden öğrenmişti. Ama o öğretmen okulda değil evin içinde hatta baş köşesindeydi.
Ahmet amca, oğlu Ali’ye
daha küçücük bir çocukken anlatırdı her şeyi. Sözlerini bazen oyun kurarak
bazen de hikaye anlatarak sahnelerdi. Ali bir kardeşinin olacağını da babasının
bu oyunlarından birinde öğrenmişti. Kardeşi eve gelince Ali’yi bir telaş sarmıştı.
Artık daha dikkatli davranmalı, iyi bir abi olmak için hem öğrenmeli hem de
öğretmeliydi. Rahmetli babacığı da benzer bir süreçten geçmişti. Bir keresinde
“Ben de siz doğunca öğrendim babalığı” demişti.
Ahmet amca yaşı kaç olursa
olsun her insandan her konuda her şeyi öğrenmenin kıymetli bir hazine
olduğunu bilir ve oğluna da bunu öğütlerdi. Böylece “öğrenmeyi öğrenmek” genç
adama babasından kalan en büyük miras olmuştu. Ali, baba yadigarı bu nimete
çokça şükreder, Ahmet amcayı da hep hayırla anardı.
İnsan hayatı boyunca bir
şeyler öğrenirdi. Ama bundan önemlisi, daha öğrenilecek pek çok şey olduğunu
bilmek ve öğrenilen bilgilerin hakkını vermekti. İşte gerçek öğrenme
buydu.
Babasının hayata erken
veda edişi ile Ali acı bir gerçeği de öğrenmek zorunda kalmıştı: Ömür göz açıp
kapayıncaya kadar geçiyor, bu kısacık hayat eninde sonunda nihayete eriyordu.
Ali bu acı dersle zamanın önemini, yaşamın değerini, dahası bu değerin sadece
nefes alıp verirken bilinebileceğini öğrenmişti. Bu sebeple artık hiçbir şeyi
erteleyemezdi. Sevincini, acısını, işini, gücünü yarına bırakamazdı.
Her zaman plan program yapar, kimseyi ihmal etmemeye çalışırdı.
İşi düşen, başı
sıkışan, ihtiyacı olan kim varsa Ali’nin kapısını çalardı. Araba almak
isteyen de, eşiyle tartışan da, komşusuyla sorunu olan da onu arardı.
Ali bu insanları sakince dinler, “Tamam, şimdi şöyle yapabiliriz” diye söz başlar
ve karşısındakinin derdine çözüm bulmaya çalışırdı. Genç adam onca angaryanın
arasında dedesinin ilaçlarını da unutmazdı.
Ali, eşi ve oğluyla
sofraya oturduğunda günlük olaylardan söz açar, konuşulanlardan çıkarım yapmayı
da ihmal etmezdi. Babası da hep böyle yapardı. Onu ne kadar çok özlüyordu.
Şimdi burada olsa kim bilir ne sohbet ederlerdi. Aslında özlediği kişi, daha çok
“hayat öğretmeni” idi. İnsan birini özlediğinde onun kendisine kattıklarını mı
özlerdi, yoksa ardında bıraktığı hislere mi özlem duyardı? Sonra, babasının o
gülüşünü nasıl unutabilirdi? Gülümsemenin yakışmadığı insan yoktur ama
babasının gülüşü ayrı bir güzeldi. Babasının insanın ta içini ısıtan o
gülüşüyle bir güven duygusu hisseder, sonra her şey su gibi akıp giderdi.
Hikayelerini de o
gülümseyen yüzüyle anlatırdı Ahmet amca. Bir ağaçla bir
sarmaşığın arkadaşlığından bahsederdi mesela. Hikayeyi anlatırken o
sıradan kelimeleri bir güzel harmanlar ve konuyu “Her sarıp sarmalayan illa da
iyi çıkacak değil ya” diye bağlardı. Yani, insanın kendisini kimin
sarmalayacağını seçmesi çok önemliydi. Sonra, kurtla kuzuyu öyle bir anlatırdı
ki dinleyenler hikayeyi gözlerinde canlandırmaya çalışırken, o çoktan konuyu
güncel olaylara bağlamış olurdu. Babası tam bir kıssadan hisse ustasıydı.
İnsan her şeyi bilecek
diye bir kaide yoktu tabii. Öğrenmek için hangi soruları soracağını, nasıl
öğreneceğini bilmesi yeterdi. Bu bilgi de babasından ona bir hatıraydı. Ahmet
amca “Kıssadan hisseler herkes hissesini alsın diye yazılmış. Hissesini almayan
hissiyle kalır. His insana özgüdür ama aklın hissesini vermezsen
olmaz” derdi. Sonra da şöyle devam ederdi: “Payına düşenden razı olmayı
unutmazsan güzel bir hayatın olur, ağzının tadı olur. Ağzının tadı
olan başkasına tat verebilir, böylece yardımın tadını alabilir.
Kıssalarla yol alan yoldan kolayca çıkmaz, hayatın tadına varır.”
Ali’nin kulağına küpe
olmuştu babasının öğütleri. Bu cümleler hafızasına öyle bir kazınmıştı ki
aradan yıllar geçse de ihtiyaç halinde hemen yardımına koşarlardı:
“Kıssalarla yol alan yoldan kolayca çıkmaz, hayatın tadına varır.”
Son günlerde yaşadığı
sorunlar yüzünden iyice bunalmıştı. Bunca işin üstesinden nasıl geleceğini
bilmiyordu. Aklına bir kamyonun arkasında gördüğü yazı geldi: “Babam sağ
olsun”. Ali de içinden geçirdi: “Babam sağ olsun.” Her ne kadar şu an hayatta olmasa
da hep sağ olsundu babası. Bu dünyadan erken ayrılmış, ama ardında hazine kadar
kıymetli hisseler bırakmıştı: Yeniden öğrenmek, başına gelenlerden öğrenmek,
başına gelmeden öğrenmek ve her şeyden ve herkesten öğrenmek…
&
Helal ,sağ olsun gerçekten .Ne güzel bir miras bırakmıştı 😊
YanıtlaSilkimisi öğrenmeyi kimisi merhamet etmeyi bırakmıştır. iyi babaların iyi çocukları olmak...
YanıtlaSil"Ahmet amca yaşı kaç olursa olsun her insandan her konuda her şeyi öğrenmenin kıymetli bir hazine olduğunu bilir ve oğluna da bunu öğütlerdi."
YanıtlaSilHazinesi ve öğütleri ile yolumuza ışık tutanların kıymetini bilenlerden olabilmek ümidiyle..
Kalem tutan ellerinize sağlık 🌼