KABUL ET VE RAHATLA

İnsan doğduğu yere yabancılaşır mı? Peki ya ailesine, sevdiklerine, kardeşim gibi dediği dostlarına… Çok canı yanıyordu Melike’nin. Dizlerinin üstüne oturup hıçkırarak, bağırarak ağlamak istemişti o akşam. Halbuki birisi dışarıdan baksa tam mutlu aile tablosu görürdü. Halalar, teyzeler, kuzenler, amcalar hepsi Melike’nin yeğeninin doğum günü için toplanmışlardı. Yenilmiş, içilmiş şimdi de sohbet ediliyordu. Melike tüm akşam birileriyle bir sohbet tutturabilmek için çabalamıştı. O koltuktan o koltuğa, olmadı masaya, olmadı halasının yanına sandalyeye, olmadı gençlerin yanına masaya gezelenip durmuştu. Bir türlü tat alamamıştı. En sonunda kimsenin de canını sıkmamak için, yüzünde sahte bir gülümsemeyle ara ara baş sallayarak dinlemeye başlamıştı.

Fakat içinde kabaran duygularını dizginleyemiyor, gözünden yaşların süzülmemesi için çaba sarf ediyordu. Bundan beş yıl önce de böyle hissettiğini hatırlamıştı. O zaman da bu üzüntüsü kendisi içindi. Kendisinden hiç memnun değildi, değişmek, dönüşmek istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Şimdi o dönüşümünü tamamlamıştı, kendinden büyük ölçüde memnundu ama etrafındakilerden değil. Onlardan aldığı tat gitmişti sanki. Şimdi onların gündemleri, dertleri, kaygıları ona basit ve sahte geliyordu. Asla küçümsemiyor, hatta çözmeleri için de çaba sarf ediyordu. Fakat bazen bu çabasının boşuna olduğunu düşünüyordu. Bazen onlara kızıyor kendileri halletsin diyor, bazen üzülüyor, bazen de endişeleniyordu. Ama en çok da korkuyordu. Kendini bulmuşken onlarla olan ilişkisini kaybetmekten korkuyordu.

Memleketinde kaldığı beş gün boyunca “Neden?” diye düşündü.

Neden yabancı hissediyorum,

Neden buraya ait değil gibiyim,

Neden burada doğmuş, büyümüş gibi değilim,

Neden, neden?

En son gün artık kendisi de bu soruların cevabını bulamayacağını kabullenmişti. Valizini hazırladı ve yolculuk saati gelince alıp çıkması kolay olsun diye, zorlanarak kapının önüne getirdi. O sırada göz ucuyla mutfaktan kendisine bakan annesi; “Bir kabul edemedin Melike. 32 yıldır bu adamın kızısın, bir kabul edemedin kızım.” Dedi gülerek. “Neyi kabul edememişim.” “Babanın her yere son dakika yetiştiğini. Biliyorum sevmiyorsun son dakikaya kalmayı ama bu adam da böyle. Ben bildim bileli böyle. Sen ne kadar erkenden valizi hazırlayıp kapıya koyarak erkenden çıkalım mesajı versen de siz yine ucu ucuna yetişeceksiniz.” “Şimdi ben bunun neresini kabul edememişim?” “Her yerini kızım. Sabah uyandığından beri gerginsin. Ya yetişemezsek, erken mi çıksak felan diye söylenerek geziyorsun evin içinde. Babanla giderken yolda da gerileceksiniz kesin. Kabul et ve rahatla.” Annesi biraz muzip Melike’ye takılarak söylüyordu ama gerçeklik payı vardı. Hatta bayağı fazla bir pay vardı.

Melike şok olmuştu. Annesi günlerdir düşündüğü sorunun cevabını vermişti; “Kabul etmek!” Onun en büyük sorunu insanları olduğu gibi kabul etmemesi, hep düzeltmeye çalışması. Şimdi kendisi hedeflediği Melike’ye dönüşmüştü ama etrafındakileri kabul edemiyordu. Bu da onu hem çok üzüyordu hem de müdahale etmek istiyordu. Onları karşısına alıp uzun uzun ne olması gerektiğini bir anlatsa rahatlayacakmış gibi geliyordu. Halbuki karşıdaki değişmek, dönüşmek istemezse insan günlerce de anlatsa nafile. Ama elinde değil, bir şekilde karışmak kendince düzeltmek istiyordu. Bu yüzden de şu kısacık tatilini kendine zehretmişti. Oysa memlekete gelmeden sabırsızlanıyor; özlem gidersem, uzun uzun sohbetler etsek, herkesi bir arada görsem, annemin yemeklerine doysam diyordu. Hepsi de oldu ama o tat alamadı. Kendi kendine tat aldırmadı. Burada geçirdiği her an memnuniyetsizlikle içinden şikayet ederek geçirmişti. Nedenini ise şimdi anlıyordu; Kabul etmek!!


Bir kabul etseydi babasının zaman takibinin olmadığını, dağınık olmasını, annesinin kuralcı olmasını, ablasının sürekli onay almak istemesini, teyzesinin hayır diyememesini, amcasının, kuzeninin, dedesinin….. liste uzayıp gider. Bir kabul etseydi onların bu olumsuz yanlarını… O zaman olumlu yanlarını da görme fırsatı olacaktı. Ama o negatifliklere takılıp kalmış kendisini de oraya çekmişti. Aslında babasının esnek olmasını, annesinin dakik olmasını, teyzesinin merhametli olmasını, ablasının birleştiriciliğini, amcasının güler yüzlü olduğunu görebilecekti. Ama ne zaman? Onları kabul ettiği zaman.

&

Her insan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. 

"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" ; insanın amacını amaç edinen bir gerçeklik ilmidir. 
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 
Yahya Hamurcu


Yorumlar

  1. Çok güzel bi yazı olmuş olmuş kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. İnsan bir çok şeyi kabul edemediği için hayatta ilerleyeceği şeylerde kendi önüne kendi set koyduğunu hiç farkında değil malesef...

    YanıtlaSil
  3. Kabul etmediğini kabul etmek de bir aşama sonra belki kabulu getirir ...

    YanıtlaSil
  4. Bi kabul etse insan anlayacaktı çözümün kendiliğinden geleceğini. Emeğinize sağlık keyifle okudum 🙂🌷

    YanıtlaSil
  5. Dilek Çırak18 Nisan 2025 23:55

    Ne kadar da tanıdık geldi:))
    Çözüm için bu açıdan bakmaya çalışacağım inşALLAH. Teşekkürler 💕🌺

    YanıtlaSil
  6. Kabul etmek… çok kilit bir nokta…

    YanıtlaSil
  7. Sonu çok güzeldi :)

    YanıtlaSil
  8. Hem kolay hem de çok zor. Ama bir kere denese insan, o ferahlığı yakalasa 🤩

    YanıtlaSil
  9. Kabul ettikten sonrası çok kolay....

    YanıtlaSil
  10. Her çözüm kabul etmekle başlar...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder