12 yıl… Dile
kolay… Kendi ülkesinden ayrılalı 12 yıl olmuştu. Yaşadığı ev, büyüdüğü çevre,
ailesi, sevdiği yerler, sevdiği sokaklar, arkadaşları, kariyeri… Her şeyi
geride bırakmış yola çıkmışlardı buraya gelirken.
Evlenme niyetiyle
tanıştığı kişileri memleketinden ayrılması gerekeceği için reddetmişti. “Başka
yerde yaşayamam” derdi hep. Sonra hemşehrisiyle evlendi ama onun da yurtdışında
yüksek lisans yapacağı tutmuştu. İki yıl diyordu. Kabul etti. Yüksek lisansın ikinci
senesinde hocasından aldığı teklifle iki yıl daha kaldılar. Sonra özel bir
şirkette çalışmaya başladı ve derken yıllar geçti. Bir şeyler onu burada kalmaya zorlamıştı
sanki. Bu kararların hiçbirinde müdahalesi yokmuş gibi, sürüklenmiş gibi
hissediyordu. Halbuki ona da mantıklı gelmişti kabul ederken.
Peki yaşantısına
bakınca hakikatten taşınmış mıydı? Hala Türk yemekleri yiyor, başka bir
restorana gitmiyordu. Denemişliği dahi yoktu. Hala sadece az sayıda hemşehrisiyle
görüşüyordu. Evde hep idareten ilk yıl aldığı eşyalarla yaşamayı sürdürüyordu.
Çünkü her yıl, o yıl kesin dönüş yapmayı düşünüyorlardı. Ülkenin dilini dahi
öğrenmemişti. Kendini koca bir kalabalıkta sağır ve dilsiz gibi hissediyordu.
Taşınmıştı ama yerleşememişti… Sanki hala o ilk gündü ve havaalanında valiziyle
dönmeyi bekliyor gibiydi. Mutlu da hissetmiyordu. İlaç kullanmaya başlamıştı
geceleri uyuyabilmek için. Eşiyle uzun süren tartışmaları küslükleri oluyordu sık
sık. ‘Senin yüzünden’ diyordu ona. Ama gerçekten kimdi sorumlusu? Eşi gibi de
gelmiyordu düşününce… Neydi gerçek problem, ona böyle hissettiren?
Tek yapmaktan
hoşlandığı şey kütüphaneye gidip etrafı izlemek. Biraz kitap karıştırmaktı.
Yazılanları okuyamıyordu ama karıştırıyordu işte. Bir kitap geçti eline. Konusu
ilginçti. Çeşitli hayvanların bulundukları çevreyle uyumlu yönlerini ön plana
çıkarmıştı. Deri yapısından, görüş açısına, beslenme şeklinden, tırnak yapısına
kadar uyumlulardı. Sonra bitki fotoğraflarına geçiyordu kitap. Yaprakları,
boyları, suya neme olan ihtiyaçları bulundukları ortama uyum sağlamaları
içindi. Kütüphanenin boydan boya cam olan kenarında oturuyordu. Kafasını
kaldırdı dışarı baktı. Hiç fark etmemişti daha önce… Rüzgâr esiyor, ona karşı
koymaya çalışan dal kırılıyordu. Onunla aynı yönde esneyen ise hayatta
kalıyordu. Evlerin çatıları dikkatini çekti uzun süre yağış alan bir şehir
olduğu için eğim fazlaydı.
Sonra etrafındaki
insanları düşündü. Kardeşine kızıyordu. Evlenmek istemişti ama şimdilerde de
hala bekâr gibi yaşamak istiyordu. Kendisi ona geçenlerde ‘Her kararın kendi
göre uyum sağlamamız gereken yönleri olur. Bize faydalı, zararı dokunmayacak ve
hedefimize yaklaştıracak şeyler mi ona bak. Evet ise, uyumlanmalısın. Yoksa
evliliğin hiçbir zaman yuvaya dönüşmez.’ demişti.
Dışardan bakınca
başkasının problemini daha kolay görüyor insan. Fakat fark etti ki kendisi de
aynı direnci göstermişti yıllarca. Etrafında çok az insan olmasının her gün
saatlerce sadece annesiyle konuşmasının sebebi de buydu. İnsanlarla da ilişki
kuramıyordu. Onu geceleri uyutmayan, buraya bu kadar yabancı hissettiren şey;
uyum göstermedeki direnciydi. İnsan problemini doğru
tanımladığında çözümü de hemen karşısında buluyor. Uzun zamandır bu kadar mutlu
ve rahatlamış hissetmemişti. En azından problemini bulmuştu. Bulunduğu çevreye
uyumlu olmalıydı.
Heyecanla
kalktı yerinden. Bir an önce eve gitmeliydi. Dün yaptığı kurabiyeden komşusuna götürüp "Hello" diyecek. Akşama da eşinin sevdiği, asla
yemem dediği mantarı onun için hazırlayacaktı.
&
Kaleminize sağlık🎀
YanıtlaSil