YETİŞTİRMEK VE BÜYÜTMEK AYNI ŞEY Mİ?

 

Yasemin, “Hep aynı konuya geri dönüyoruz farkında mısın Süheyla?” diye nida attı. Süheyla “Evet sen deyince fark ettim şimdi. Bizim başka konumuz yok mu konuşacak arkadaşım ya?”

 

Nasıl olabilirdi ki? İnsanın hayatının genelinde ne problemi varsa dilinden de o dökülüyordu… Yasemin ve Süheyla için ise çocukları hem en çok sevdikleri hem de en büyük problemleriydi. Peki, bu nasıl olabilirdi? Sevgi ve problem kelimeleri aynı kişi için ve aynı cümlede geçebiliyordu. Nasıl bir tezattı bu? Yasemin çocuğunun yaptığı aşırılıklarda “Problem doğurdum ben.” derdi. Aslında bir şeylerin de farkındaydı. Nerede sinirleri bozulup tavan noktasına geliyordu fark etmeye başlamıştı ama buraya kadar getiren davranışının henüz farkında değildi. Oğlunu pamuklara sarıyordu ama ağlaması bitmiyordu. Kendisi sürekli öpüp koklar, eşi sırtından indirmezdi halbuki... Sülalenin de ilk torunuydu üstelik… Dedeler, nineler etrafında onu oyalamak, yüzünü güldürmek için pervane olurlardı. Ne de olsa ilk torun keyfini onda yaşıyorlardı. Ona oyun kurulur, geleceği zaman ona göre menü hazırlanırdı. Dede ve nineyi tek birbirine düşürebilen varlıktı torunları “seni mi daha çok seviyor beni mi?” çekişmeleriyle… Hala, teyze, amca, dayı ziyarete geldiğinde eli kolu yeğenlerine verilmek üzere olan hediye, oyuncak, çikolata ile dolu olurdu. Tek yeğenleri vardı sonuçta ona almayacaklardı da kime alacaklardı.

 

Bu kadar ilgi, bu kadar imkân varken “Sıkıldım.” gibi tek kelimelik cümlesi Yasemin’in tüm moralini alt üst ederdi. Çocuğuma yetemiyorum hissi kaplardı içini. Zaten oğluna yetebilmek için işi bırakmamış mıydı? Sıkça sağlık problemleri yaşamıştı oğlu... Eşiyle konuşup işten ayrılmasının, oğullarıyla ilgilenmesinin en doğru karar olduğunu düşünmüşlerdi. Böyle olunca da Yasemin’in dünyası oğlu olmuştu. Evde oğlunun sevmediği yemek pişmezdi. Eşi ancak anacığının evinde yiyebilirdi o yemeği.

Yasemin işi bıraktıktan sonra kendini de bırakmıştı. Oğlunu gün içinde bir oyun atölyesinden diğerine ya da başka bir etkinliğe yetiştirirken arkadaşları onu kahveye çağırdığında “İşim var oğlanı jimnastiğe götüreceğim.” diyordu.

Süheyla, küçüklükten beri kopmadığı canı kuzeniydi. Birlikte aynı kültürde büyümüşlerdi. Hem simaları hem de huyları çok benzerdi. Belki de kopmamalarının en önemli sebebi benzer davranış sergilemeleriydi. Bu da onların ortak problemler yaşamalarına sebebiyet veriyordu. “Bir tek Süheyla’nın yanında nefes alıyorum.” derdi Yasemin. Bir araya geldiklerinde çocuklarından bahsederlerdi ve yine gündemleri onlardı.

Çocukları sözde evde bırakmışlardı ama işin aslı öyle değildi… Onlar fark etmezlerdi ama o çok sevdikleri çocuklarından şikâyet eden cümlelerle dolu olurdu o sohbetleri… O gün mahallelerinden arkadaşları Sibel de onların kahve buluşmasına katılmıştı. Onları sessizce dinledi.

Sibel hayatın içinde bir denge olduğunu, yaşadığı problemlerin çözümünü ararken karşısına çıkan bir seminerde duyup, öğrenmişti. Arkadaşlarının anlattıkları problemlerin ana kaynağını anlıyordu artık. Bir yerde aşırılaşmamız; olumsuz hisler, yorgunluk ve umutsuzluk olarak geri dönüyordu. Bir insan çocuğu iyi olsun diye uğraşırdı, acaba bu konuda aşırıya gidebilir miydi?

Sohbet esnasında bir sessizlik oldu ve o sırada Sibel “Hatırlar mısınız, mahallede bir Şükran nine vardı?” Bir cümle çıkardı sadece ağzından ama insanda çok derine temas ederdi.” Sibel “Aynen öyleydi Allah rahmet etsin. Biz annemle bir gün onu ziyarete gittiğimizde annemin en küçük kardeşime ilgisi dikkatinden kaçmamıştı Şükran ninenin. Ve hala zaman zaman aklıma gelir o an kurduğu cümle “Bir zaman gelecek ki puta gerek kalmayacak zaten evlerinizde küçük ilahlarınız olacak. Hayatlarınızı o küçük çocuklar şekillendirecek.”

Yasemin ve Süheyla’nın bakışları birbiriyle buluştu. Bir iç muhasebe vaktinin geldiği andı. Tam o sırada Yasemin’in telefonu çaldı. Eşi oğullarının onsuz uyumak istemediğini ve gelmesi gerektiğini söyledi. Yasemin kalkarken kızlar da ayaklandı ve sarılarak ayrıldılar.

Yasemin evlerine birkaç sokak uzaklıkta olan kafeden çıkıp hızlı adımlarla yola koyuldu. Kulağında Sibel’in hatırlattığı Şükran ninenin sözü yankılanırken, telefonun çalmasıyla kesilen iç muhasebesi devam etmeye başlamıştı. “Küçük ilahlar…” diye fısıldadı. Bir kadının yanından geçiyordu tam o sırada. Kadın” Pardon anlamadım.” diyerek duraksadı. Yasemin kadına dönüp “Sanırım bu sefer ben anladım ” dedi ve tebessüm etti. Kadın şaşkın şaşkın bakakaldı Yasemin’in ardından…

Peki, Yasemin’in anladığı neydi?

İlgili olmanın bir ölçüsü var mıydı?

Gerçekten çocuğumuzla ilgilenmek Yasemin’in yaptığı şekilde mi olurdu?

Çok ilgileniyoruz dediğimiz kişileri acaba şımartıyor olabilir miyiz?

Yetiştiren olmak için ilgimizi nasıl şekillendirmeliyiz? 

&

Her insan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. 

"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" ; insanın amacını amaç edinen bir gerçeklik ilmidir. 
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 
Yahya Hamurcu

 

Yorumlar

  1. Hayatımızda odağımız ne hedefimiz amacımız... Onları kaybedince çocuğumuz bizim amacımız haline gelebiliyor ne yazık ki... İnsanın iki dünyayı kapsayan bir amacı olmalı... İnsan aslında göründüğünden çok daha marifetli içindeki potansiyeli dışarı çıkarabilmek..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder