34 yaşında ilk bebeğini kucağına
almıştı Hülya. Bu zamana kadar da ailesinden uzakta yaşamış kendi parasını
kazanmış bireysel küçük bir hayatı olmuştu. Popülariteyi hiç sevmezdi. Öyle
eğlenceler, partiler, kutlamalar ona göre değildi. Dışarda bir kahve içmek,
güzel bir yemek yemek, sahilde ormanda yürüyüş yapmak, arkadaşlarıyla uzun uzun
sohbet edip gülmek ona yetiyordu. Eğlenmek için ayrıca mekanlara gidenleri,
farklı aktiviteler yapanları da pek anlamıyordu. Düğününü de sırf aileler
istiyor diye yapmıştı yoksa bir nikah yapıp geçerdi. Evlendikten sonra da eşinin
de kendisinin de doğum günlerini aile içerisinde küçük kutlamalarla
halletmişlerdi. “Halletmişlerdi” denir buna çünkü Hülya sade bir şekilde olsun
diye ayrıca çaba sarf ederdi. Oysa eşinin ailesinde büyük kutlamalar, pahalı
hediyeler, sosyal medyada paylaşımlar, günlerce hazırlık yapmak rutindi. Hülya
için ise büyük bir israf...
Bu zamana kadar bir şekilde sakin
geçirmişlerdi ama artık bir bebekleri vardı ve 1 yaşına girecekti. Bir ay
öncesinden nasıl bir parti yapılacağı, hangi mekanın tutulması gerektiği, parti
konsepti, anne – kız kombininin ne olması gerektiği, pastanın büyüklüğü,
ikramlar, müzikler, palyaçoların kostümü… Detaylar detaylar… Her
görüştüklerinde sorulmaya, konuşulmaya başlanmıştı. Hülya önceleri duymazdan
geldi sonra bir süre konuyu değiştirerek atlattı ama artık 2 hafta kalmıştı ve
daha fazla geçiştiremiyordu. Onları nasıl frenleyeceğini düşünüp duruyordu.
Kendisini az çok tanıyordu eğer şimdi onlarla konuşmazsa birkaç gün sonra
tekrar sorduklarında sinirli bir şekilde tersleyecek, kalplerini kıracaktı.
Bunu da yapmak istemiyordu. Eşinin ailesinin iyi niyetli olduğunu ve kendi
çocuklarına ne yaptılarsa onun çocuğuna da yapmaya çalıştıklarının farkındaydı.
Ama bir yandan da bu benim çocuğum, benim sorumluluğumda ve ben doğru bulduğum
şekilde yetiştireceğim diyordu.
İşte tam olarak bunu onlara
anlatmalıydı. Ama nasıl? Nerdeyse 1 aydır bu doğum günü muhabbeti her
geçtiğinde sinir olmuş ama bunu belli etmemişti. Kendisini patlama noktasına
getirmeden konuşması gerektiğini biliyordu ama nasıl bir üslupla konuşacağını
bilmiyordu. İnsanlara sınır çizerken yumuşak olmayı hiç becerememişti. Neydi o
Şermin’in bahsettiği kelime? “İyi”. Yani “Doğruyu güzel yapmak.” demişti
Şermin. Hülya da hayatında hep buralarda
hata yapmıştı. Doğruyu söylemişti ama ya kızarak ya küserek ya eleştirerek. Bu
yüzden karşıdakinin kalbi kırılırdı genelde sonra kendisi çok pişman olurdu.
Güya doğru söyleyerek ona yardımcı olmaya çalışırdı ama üslup hatasından daha
da kötü olurdu. Şimdi kayınvalidesini üzmeden, kırmadan doğum gününü evde kendi
aralarında sade bir şekilde kutlayacaklarını söylemesi gerekiyordu. Kendi
kendine zihninde provolar yapıp, söyleyeceği cümleleri tekrar ediyordu. Sonra
yok bu ağır oldu bunu biraz daha yumuşatmalıyım diye baştan alıyordu.
Öyle mi desem böyle mi desem
derken en samimi şekilde söylemeye karar verdi. Benim niyetim zaten onları
kırmadan, dökmeden söylemek. Kendimi kasmadan tüm samimiyetimle açıklarsam
zaten güzel söylerim diye düşündü. Eskiden doğru yerde tepki vermeyip
geciktirdiği için insanlara patlayarak söylüyordu. Şimdi doğru zamanda doğru
tepki yani “iyi” tepki verecekti.
Doğruyu güzel yapmak… Bunun
üzerinde daha fazla düşünmesi, hayatında genele yayması, davranış alışkanlığına
dönüştürmesi önemliydi. “Hem evlat yetiştiren bir anne olarak, hem eş olarak,
hem birey olarak iletişim ve ilişki kalitesinin artmasında, doğruyu güzel yapma
alışkanlığı güçlü bir strateji” diye mırıldandı kendi kendine. Kendine de beyan
etti. Kendine beyan… Bu da üzerinde düşünülmesi gereken başka bir konu idi…
Doğruyu güzel yapabilenlerden
olmak ümidiyle...
&
Yorumlar
Yorum Gönder